??
Ege Bölgesi'nde,
Pamukkale adı, kireçli sıcak suların çökelmesi sırasında meydana gelen pamuk gibi beyaz pamuk taşlarından gelmektedir. Bu özelliği ile Pamukkale, dünyaca ün kazanmış turistik bir yer durumundadır. Pamukkale'nin bu özelliği yanı sıra, İlkçağın önemli bir şehri olan Hierapolis şehrinin kalıntıları da, önemini arttıran bir sebeptir.
Pamukkale'de, bu tarihî şehir kalıntılarından başka, öldürücü bir takım gazların yayıldığı Şaron mağarası da ünlüdür.
Pamukkale, kaynak sularının kirecinden oluşmuş bir tepe.
Pamukkale Travertenleri
Asırlardan bu yana pek çok uygarlığa ev sahipliği yapanPamukkale, eşsiz görünümü ve topraklarında barındırdığı tarihin izleriyle
Pamukkale, 'her derde deva' şifalı suları ve travertenleriyle, Türkiye'nin turizm cennetlerinden biri.
Doğa ile tarihin buluştuğu, UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası Listesi'’nde bulunan Pamukkale, Türkiye'de deniz turizmine alternatif merkezlerden biri konumunda. Denizli'nin dünyaya açılan penceresi Pamukkale, travertenlerin sunduğu görsel zenginlikle, yılda 1 milyonun üzerinde yerli ve yabancı turisti misafir ediyor.
Pamukkale'nin binlerce yıldır yerleşim merkezi olmasını sağlayan şifalı termal su, bölgenin dünyaca ünlü beyaz travertenlerinin de hayat kaynağı. Pamukkale'nin hemen yakınındaki Karahayıt ve Gölemezli'deki termal kaynakların romatizma, kalp, mide, damar sertliği, tansiyon ve deri rahatsızlıklarına iyi geldiği ifade ediliyor. Bölgedeki bazı oteller, termal tedavi konusunda eğitim almış uzman personeliyle sağlık turizmine yönelik hizmet veriyor. Pamukkale'deki termal havuz, yaz-kış ısısı değişmeyen 35 derecelik suyuyla bölgeye gelen turistlerin keyifli zaman geçirmesine de imkan sağlıyor.
Antik kent Hierapolis ile iç içe olan Pamukkale, kent merkezine 20 kilometre uzaklıkta. M.Ö. 197 yılında kurulan Hierapolis, Hz. İsa'nın havarilerinden St. Philip'in burada öldürülmesi ve onun adına anıt mezar yaptırılması nedeniyle, inanç turizmi açısından da öne çıkıyor. Yapılan kazılarda bulunan tarihi eserler, Hierapolis Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Pamuksu bir görünümü ile görenleri kendisine hayran bırakan Beyaz Cennet Pamukkale’nin şifalı termal suları yüzeye çıkmasının ardından içerisindeki kalsiyum karbonat çökelir. Bu yapı başlangıçta yumuşak bir jel halindedir. Zaman içinde sertleşmekte "TRAVERTEN" olmaktadır. Pamukkale’nin binlerce yıldır yerleşim merkezi olmasını sağlayan şifalı termal su, travertenlerin de hayat kaynağıdır. Eşsiz travertenler Denizli’nin dünyaya açılan penceresidir.
Travertenler
Termal kaynak suyunun, normal şartlara dönüşmeye çabalaması çökelmeye ve traverten oluşumuna sebep olmaktadır. Termal sudaki kalsiyum bikarbonatın aşırı miktarda bulunması ve suyun yüzeye çıkışı sonucu karbondioksit açığa çıkar ve kalsiyum karbonat çökelir. Çökelme termal sudaki karbondioksitin havadaki karbondioksit dengeye gelinceye kadar devam etmektedir.
Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresi etkilidir. Yerinde yapılan analizlerde, kaynak başındaki suyun karbondioksit miktarı ortalama 725mg/1 iken, suyun travertenleri terk ettiğinde bu miktar 145mg/1'e düşmektedir. Keza kalsiyum bikarbonat da benzer şekilde 1200 mg/1'den 400 mg/1'e düşmektedir. Keza Ca 576/8mg/1'e düşmektedir. Bu analiz sonucuna göre, 1lt. sudan traverten üzerine 499.9mg. CaCO 3 çökelmektedir. Bu miktar 1 1/sn. su için günde 43191g. çökelme demektir. Ortalama yoğunluğu 1.48g/cm 3 alan kaplar. Suyun ortalama debisi 466.21/sn. olduğuna göre 13584m 2 alan beyazlatılabilecektir. Pratikte bu şartları yerine getirmek güçtür. Ancak bu teorik yaklaşıma göre yılda 1mm. kalınlığında 4.9km 2 alan beyazlatılabilir.
Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresi etkilidir. Yerinde yapılan analizlerde, kaynak başındaki suyun karbondioksit miktarı ortalama 725mg/1 iken, suyun travertenleri terk ettiğinde bu miktar 145mg/1'e düşmektedir. Keza kalsiyum bikarbonat da benzer şekilde 1200 mg/1'den 400 mg/1'e düşmektedir. Keza Ca 576/8mg/1'e düşmektedir. Bu analiz sonucuna göre, 1lt. sudan traverten üzerine 499.9mg. CaCO 3 çökelmektedir. Bu miktar 1 1/sn. su için günde 43191g. çökelme demektir. Ortalama yoğunluğu 1.48g/cm 3 alan kaplar. Suyun ortalama debisi 466.21/sn. olduğuna göre 13584m 2 alan beyazlatılabilecektir. Pratikte bu şartları yerine getirmek güçtür. Ancak bu teorik yaklaşıma göre yılda 1mm. kalınlığında 4.9km 2 alan beyazlatılabilir.
Roma Döneminde inşa edilen ve 1984 yılına kadar Roma Hamamı olarak korunan Hierapolis Arkeoloji Müzesi, asırlar öncesinden günümüze ulaşmayı başaran pek çok tarihi eseri barındırmaktadır. Caria, Psidya ve Lidya Bölgelerindeki bazı yerleşimlerden ortaya çıkarılan eserler Hierapolis Müzesi’nde toplanmış ve sergilenmektedir. Müze eserlerin yapısına ve çıkarıldığı bölgelere göre ayrıştırılarak 3 bölüme ayrılmıştır.
Müzeler
Hierapolis Kentinin en büyük yapılarından biri olan Roma Hamamı, 1984 yılından bu yana Hierapolis Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vermektedir.
Müzede Hierapolis kazılarından çıkan eserlerin yanında Laodikeia, Colossae, Tripolis, Attuda gibi Lycos (Çürük su vadisi) kentlerinden gelen eserler de bulunmaktadır. Ayrıca Tunç Çağı’nın en güzel örneklerini veren Beycesultan Höyüğü’nden elde edilen eserler müzenin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
Caria, Pisidya ve Lidya bölgelerindeki bazı yerleşimlerden ortaya çıkarılan eserler Hierapolis Müzesi’nde toplanmış ve sergilenmektedir. Hierapolis Hamamının bölümlerinden olan üç kapalı mekân ile doğu bitişiğindeki kütüphane ve gymnasium olarak bilinen açık mekânlar müze teşhir alanları olarak düzenlenmiştir. Açık teşhirde sergilenen eserler daha çok mermer ve taş eserlerdir.
Müzede Hierapolis kazılarından çıkan eserlerin yanında Laodikeia, Colossae, Tripolis, Attuda gibi Lycos (Çürük su vadisi) kentlerinden gelen eserler de bulunmaktadır. Ayrıca Tunç Çağı’nın en güzel örneklerini veren Beycesultan Höyüğü’nden elde edilen eserler müzenin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
Caria, Pisidya ve Lidya bölgelerindeki bazı yerleşimlerden ortaya çıkarılan eserler Hierapolis Müzesi’nde toplanmış ve sergilenmektedir. Hierapolis Hamamının bölümlerinden olan üç kapalı mekân ile doğu bitişiğindeki kütüphane ve gymnasium olarak bilinen açık mekânlar müze teşhir alanları olarak düzenlenmiştir. Açık teşhirde sergilenen eserler daha çok mermer ve taş eserlerdir.
Lahitler ve Heykeller Salonu: Bu salon, Hierapolis ve Laodikeia kazılarından çıkan eserlerden oluşmaktadır. Lahitler, heykeller, mezar taşları, mimari sütun paye başlıkları ve yazıtlardan ibarettir. Grek ve Helenistik orijinallerine bağlı olarak yapılmış Roma Dönemi’ne ait bu eserler içinde Tyche, Dionysos, Pan, Asklepios, İsis Rahibesi heykelleri bulunmaktadır. Mezar taşları ise yöreye ait geleneği simgeleyen aile mezarları ile ilgili örnekleri oluşturmaktadır. Laodiekia kentinde ortaya çıkan ve müzenin en güzel eserlerinden biri olan Sidemara tipi lahit, bir şehir meclisi üyesine (Arhon’a) aittir.
Küçük Eserler Salonu: Bu salonda İ.Ö. IV. binden beri birçok uygarlığa damgasını vuran küçük buluntular sergilenmektedir. Belirli bir kronolojiye göre sergilenen bu eserler Denizli ve çevresindeki birçok arkeolojik yerleşimlerden elde edilen eserlerden oluşmaktadır. Bu salonda, dönemi itibariyle, eski uygarlığın güzel örneklerini veren Beycesultan Höyüğü kazısından çıkarılmış olan eserler ayrı bir önem taşımaktadır. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün 1954-1959 yılları arasında yaptığı kazı sonunda elde edilen bu eserler, pişmiş toprak testi, tören (libas yon) kapları ve taş eserlerdir. Salonun diğer bölümlerinde ise Frig, Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine ait, pişmiş toprak kandiller, adak kapları, cam kaplar, kolyeler, madeni takılar (yüzük, küpe, bilezik v.b.) sergilenmektedir. Ayrıca kronolojik bir sıraya göre sergilenmiş olan sikkeler bu salonun en önemli eserlerini oluşturmaktadır. Sikkenin ilk darp edildiği İ.Ö. VI. Yüzyıldan bu yana Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu ile Osmanlı dönemlerine ait altın, gümüş ve bronz sikke örneklerini bu salonda görmek mümkündür.
Hierapolis Tiyatrosu Buluntuları Salonu: Hierapolis Tiyatrosu’nun sahne binasının fesadını süsleyen eserlerin birçoğu restore edilerek müzenin bu salonunda teşhir edilmiştir. Sahne kabartmalarının bir kısmı yerinde (İnsitu) olup bir kısmını ise mulâjlarla alınarak sahne binasındaki yerine kopyaları konulmuştur. Bu salonda yer alan eserler; Apollon ile Artemis’e ait mitolojik kabartmalar, Dionysos’un eğlence alayları ve Roma İmparatoru Septimus Severus’un taç giyme törenine ait kabartmalar, Persephone’nin Hades tarafından yeraltına kaçırılması, Apollon, Leto, Artemis, Hades ile ilgili heykeller, sfenksler, Attalos ve Eumenes’in büst heykelleri ile mimari kabartma örnekleri yer almaktadır. Ayrıca kentin tanrıçasının (Hierapolis’in) taç giyme töreni ve tiyatro ile ilgili meclis kararlarını belirten yazıtlar önemli eserlerdir.
Her derde deva suları ve essiz travertenleri ile bir mucizeyi çağrıştıran Pamukkale tarihten bugüne kadar pek çok efsaneyi de beraberinde getirmiştir. Tanrıların diyarı olarak tarihte adlandırılan Hierapolis, inanışa göre pek çok tanrının savaşına ve entrikalarına sahne olmuştur. Termal sularının şifa verici özelliği ile de tanrıçaların güzelleşmek için en vazgeçilmezi olduğuna rivayet edilmektedir.
Efsaneler
Apollon – Marysyas Grubu
Eserin orijinali Helenistik dönemde yapılmıştır. Roma Dönemi’ne ait Marsyas repliklerinden de anlaşılacağı gibi, bu iki eserin bir grup olarak yapıldığı bugün kesin olarak saptanmıştır. Kabartmada Marsyas kollarını kaldırarak ellerinden bir çam ağacına bağlanmıştır. Marsyas’ın karşısında ise bir İskitli diz çökmüş, büyük bir taş üzerinde bıçağını bilemektedir. Bu sırada da başını kaldırıp karşısında duran Marsyas’a bakmaktadır. Bu olayı arkada tanrı Apollon izlemektedir.
Mitolojiye göre; Marsyas tanrı Apollon ile müzik yarışmasına girme cüretini gösterir. Yarışta en iyi müziği Apollon yapmıs ve Marsyas’ı yenmiştir. Neticede tanrı Apollon ile müzik yarışmasına girme gibi ölçüsüz davranışından dolayı Marsyas’ın derisi yüzülecektir. Bu görev için bir İskitli bulunur.
Eserin orijinali I.Ö. III. yüzyılda yapılmıştır. Kabartmanın devamında Apollon’a Marsyas’i yendikten sonra defne (Delphinios) ile iki Nimphe tarafından tacı giydirilir. Apollon elinde zafer palmiyesi tutmakta, şerefe içki içerek olayı ve başarısını kutlamaktadır.
Mitolojiye göre; Marsyas tanrı Apollon ile müzik yarışmasına girme cüretini gösterir. Yarışta en iyi müziği Apollon yapmıs ve Marsyas’ı yenmiştir. Neticede tanrı Apollon ile müzik yarışmasına girme gibi ölçüsüz davranışından dolayı Marsyas’ın derisi yüzülecektir. Bu görev için bir İskitli bulunur.
Eserin orijinali I.Ö. III. yüzyılda yapılmıştır. Kabartmanın devamında Apollon’a Marsyas’i yendikten sonra defne (Delphinios) ile iki Nimphe tarafından tacı giydirilir. Apollon elinde zafer palmiyesi tutmakta, şerefe içki içerek olayı ve başarısını kutlamaktadır.
Apollon ve Artemis’in Doğuşu
Apollon ve Artemis, Leto ile Zeus’un çocuklarıdır. Bu iki tanrı daha çok Anadolu kökenli oldukları için Anadolu’da tapinim görmüşlerdir. Apollon ve Artemis, Truva savaşlarında da Anadolu tarafını tutmuşlardır.
Mitolojiye göre Zeus’tan gebe kalan Leto, Zeus’un karisi Hera’dan korktuğu için Apollon’u Delos adasında doğurur. Yaygın olan efsaneye göre Leto Artemis’i İzmir yakınlarındaki Klaros’ta doğurmuş ve orada saklamıştır. Onun için Artemis Efes’te bas tanrıça olarak tapinim görmüştür. Apollon’un ise Likya bölgesinde Patara’da doğduğu ve büyüdüğü daha yaygındır. Kabartmada Leto, Apollon’u doğurmak için yatağa uzanmıştır. Hizmetçiler doğum için yardım etmektedirler. Artemis’in doğumunda ise genç kızlar (Horai) ellerinde lavanta çiçekleri ve afyon kozaları ile kutsal doğum olayını izlemektedir.
Herakles – Antaios Mücadelesi
Herakles – Antaios Mücadelesi
Antaios Denizler Tanrisi Poseidon ve toprak ana Gaia’dan dogma bir devdir. Antaios Makedonya’daki devler savasina katilmistir. Mitolojiye göre Antaios’u yere sermek olanaksizdir. Her yere düstügünde toprak ana Gaia’dan güç alarak dogrulur ve kalkar. Herakles bu yüzden Antaios’u tutup sirtlar ve baska bir ülkeye götürerek öldürür.
Niobidler Efsanesi
Niobe Efsanesi Anadolu’ya özgüdür. Niobe babasinin kral oldugu Sipylos (Manisa) dagi yöresinde dogmustur. Tanriça Leto ile birlikte büyümüs, onunla arkadaslik etmistir. Thebai Krali Amphion ile evlenmis alti kiz alti erkek olmak üzere on iki çocuk dogurmustur.
Efsane, Niobe’nin çok çocuklu olmasindan kaynaklanir. Niobe kendisini tanriça Leto ile bir tutmus, tanriçanin iki çocugu var bende ise bir düzine diye gururlanmistir. Anneleri Leto’nun olaya çok üzüldügünü gören Apollon ve Artemis Niobe’ye çok kizmislardir. Oklariyla Niobe’nin bütün çocuklarini öldürmüslerdir. Çocuklarini kaybetmenin üzüntüsüyle Niobe tas kesilmistir.
Efsane, Manisa yöresinde bugün hala yasamaktadir. Burada kadin yüzü seklinde bir kaya vardir ve göz seklinde iki oyugundan sular sizar.
Hades’in Persephone’yi Kaçirmasi
Niobe Efsanesi Anadolu’ya özgüdür. Niobe babasinin kral oldugu Sipylos (Manisa) dagi yöresinde dogmustur. Tanriça Leto ile birlikte büyümüs, onunla arkadaslik etmistir. Thebai Krali Amphion ile evlenmis alti kiz alti erkek olmak üzere on iki çocuk dogurmustur.
Efsane, Niobe’nin çok çocuklu olmasindan kaynaklanir. Niobe kendisini tanriça Leto ile bir tutmus, tanriçanin iki çocugu var bende ise bir düzine diye gururlanmistir. Anneleri Leto’nun olaya çok üzüldügünü gören Apollon ve Artemis Niobe’ye çok kizmislardir. Oklariyla Niobe’nin bütün çocuklarini öldürmüslerdir. Çocuklarini kaybetmenin üzüntüsüyle Niobe tas kesilmistir.
Efsane, Manisa yöresinde bugün hala yasamaktadir. Burada kadin yüzü seklinde bir kaya vardir ve göz seklinde iki oyugundan sular sizar.
Hades’in Persephone’yi Kaçirmasi
Persephone, Zeus ile Demeter’in kizidir. Mitolojiye göre Persephone bir gün kirlarda çiçek toplarken, aniden toprak yarilir. Arabasiyla çikan tanri Hades, kizi yakalayip yer altina kaçirir. Demeter kizi Persephone’yi her yerde arar ama bulamaz. Sonunda her seyi gören Günes Tanrisi Helios, Persephone’nin bulundugu yeri Demeter’e gösterir. Yeraltina kaçirilan Persephone yüzünden kitliklar baslamis, topragin bereketi kalmamis, mevsimler hep kis olmustur. Persephone Hades’in kendisine verdigi nar meyvesini yemis ve büyü ile tanriya baglanmistir. Bu olay üzerine bas tanri Zeus araya girerek yilin yarisi, yani çiçek açma ve meyve zamanlarinda yer üstünde Demeter’in yaninda kalmasini saglamistir. Persephone yilin diger yarisini ise kocasi Hades’in yaninda geçirecektir. Mevsimlerin olusmasi ile Hades’in Persphone’yi kaçirmasi arasinda bu mitoloji ile baglanti kurulmustur.
Şifa kenti olarak da anılan kent sahip olduğu termal kaynak suları ile sağlık turizminin gelişimine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Öyle ki kent her mevsim dünyanın dört bir yanından şifa bulmaya gelen misafirlerini ağırlamaktadır. Çünkü termal suların içerisinde bulunan minerallerin romatizma, kalp damar hastalıkları gibi birçok hastalığı iyileştirici yönü olmasından dolayı kent, şifa bulmaya gelenlerin merkezi haline gelmiştir.
Sağlık
İl merkezine 18 km uzaklıkta bulunan, eski Hierapolis kentinin bulunduğu alanda yer alan ve travertenleri yaratan bu sular, bölgenin en önemli ve etkin özelliğidir. Kalp, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıkları, ilik içinde spazmlı maddelere iyi gelmekle beraber, çok değerli idrar söktürücü, böbrek ve kum taşlarında, idrar yolu iltihaplarında etkilidir.
Şifalı yeraltı suları günümüzde olduğu gibi geçmişte de yöreye çok fazla ziyaretçinin gelmesini sağlıyordu. Hierapolis'in o dönemde de 'kür merkezi' olusu, Anadolu'daki ilk turizm hareketlerini başlatır. Bu nedenle şehir kısa sürede farklı halkların ve inanışların buluşma noktası haline gelir.
Pamukkale termal suyunun tedavi edici özelliği, çok eski çağlardan beri anlaşılmış, yüzyıllar sonra şifa niteliği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Kaynaklar etrafında dini ayinler yapılmış, senlikler düzenlenmiş, büyük devlet adamları ve zengin kişiler antik dönemde tedavileri için Hierapolis’e gelmişlerdir. Tedavilerin din adamları ve antik hekimlerce yönetilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
1 Litre Suda Bulunan Maddeler:
Şifalı yeraltı suları günümüzde olduğu gibi geçmişte de yöreye çok fazla ziyaretçinin gelmesini sağlıyordu. Hierapolis'in o dönemde de 'kür merkezi' olusu, Anadolu'daki ilk turizm hareketlerini başlatır. Bu nedenle şehir kısa sürede farklı halkların ve inanışların buluşma noktası haline gelir.
Pamukkale termal suyunun tedavi edici özelliği, çok eski çağlardan beri anlaşılmış, yüzyıllar sonra şifa niteliği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Kaynaklar etrafında dini ayinler yapılmış, senlikler düzenlenmiş, büyük devlet adamları ve zengin kişiler antik dönemde tedavileri için Hierapolis’e gelmişlerdir. Tedavilerin din adamları ve antik hekimlerce yönetilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
1 Litre Suda Bulunan Maddeler:
Spesifik Tarti: + 1500C 1.0032, Temparatür: + 350C, Metasilikat Asidi: H2S13 18.0, Serbest Karbondioksit: CO2 1144.0, Radyoaktivite: 925, Reaksiyon: (pH) 06.0
Iyonlar: Potasyum: K 13.5 mg, Sodyum: Na 332.3, Kalsiyum: Ca 464.5, Magnezyum: Mg 911, Demir: Fe 0.036, Alüminyum: A1 2.34 Anyonlar: Klorür: C1 53, Nitrat: NO3, Sülfat: SO4 675.5, Hidrofosfat: HPO4 1.08, Hidrokarbonat: HCO3 1045.3
Antik Tiyatro yamaca yaslanmış tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. Tiyatronun yapımı tam 146 yıl sürmüştür. 50 oturma sırası bulunur ve 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Yapı tam 15.000 kişiliktir. Sütunların arası heykellerle süslenmiş olup, sahne arkasındaki duvarlarda ise mermer kabartmalar yer alır.
Antik Tiyatro
Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. İnşasına; İ.S. 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde İ.S. 62 yılında başlanmıştır. Hadrian döneminde (İ.S. 117 – 137) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde İ.S. 206 yılında tamamlanmıştır.
Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir. Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir.
Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır.
Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür. Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Atları Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir. Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir.
Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür. Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır. Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı ya da halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır. Sayıları ise 2 binden fazladır.
Nekropoller
Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür.
Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.)
Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İ.Ö. II – I. yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır.
Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I., çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir yada birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.)
Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.)
Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İ.Ö. II – I. yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır.
Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I., çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir yada birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.)
Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir. Geniş traverten düzlük tamamen alt üst olmuştur. Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir. Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır. Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir Tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur.
Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur. Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır. Kerpiç tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür. Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır. Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir.
Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır.
Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.
Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir.
Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.
Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir.
Antik Havuz
Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaymış. O yıllarda antik kente ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmış. Bugün antik havuzu meydana getiren İ.S. VII. Yüzyılda oluşan depremdir. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İ.S. I.yy) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır.
Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın geçmesi konusunda da etkilidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kleopatra’nın havuzu
Termal havuzdaki su sıcaklığı 36 C°- 57 C°, PH değeri 5,8, radon değeri 1480 piccocuri/
litredir. Kaplıca suları, bikarbonatlı, sülfatlı, kalsiyumlu, karbondioksitli, kısmen demirli ve radyoaktif bir bileşime sahiptir. Aynı zamanda buradaki sular banyo ve içme kürlerine de elverişli olup, 2430 MG/litre eriyik mineral değerine sahiptir.
Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar bütün ihtişamını koruyarak ayakta kalmayı başaran Apollon tapınağı eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerine kurulmuştur. Tapınaktan kalan kalıntılardan, mermer merdivenler ve üzerinde Apollon kehanetinin anlatıldığı yazıların bulunduğu duvarları da görülmeye değer en önemli eserlerdendir. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu topraklar inanç turizminin de gelişimine katkıda bulunmuştur.
Apollon Tapınağı
Mevcut Tapınak, eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerinde kurulmuştur. Yerli halkın en eski dini merkezi olan bu yerde, Apollon bölgenin ana Tanrıçası Kybele ile buluşmuştur. Eski kaynaklar, Ana Tanrıça Kybele rahibinin bu mağaraya indiğini ve zehirli gazdan etkilenmediğini bildirirler. Apollon Tapınağı’nda üst yapıya ait kalıntılar İ.S. III. yüzyıldan geriye gitmemekle birlikte, temeller Geç Helenistik Döneme kadar uzanmaktadır.
Mermer giriş basamaklarından tanınan 70 metre uzunluğundaki Tapınak, temenos duvarı ile çevrili kutsal alan içinde bulunmaktadır. Temenos duvarı güney, batı ve kuzeyde bir kısmı kazılmış olan portiğe yaslanmıştır. Mermer portiğe ait dor düzenindeki yivli yarım sütunlar, astragal ve inci dizisi, ekhinusu da yumurta dizisi ile bezeli sütun başlıkları taşımaktadır.
Tapınak, daha geç bir döneme tarihlenmekte, fakat müzede bulunan iki ion bir korint düzenindeki nefis başlık ile bazı mimari parçalar İ.S. I. yüzyıla tarihlenmekte ve daha eski çağlara dayanan bir tapınağın varlığına işaret etmektedir.
Tapınak, daha geç bir döneme tarihlenmekte, fakat müzede bulunan iki ion bir korint düzenindeki nefis başlık ile bazı mimari parçalar İ.S. I. yüzyıla tarihlenmekte ve daha eski çağlara dayanan bir tapınağın varlığına işaret etmektedir.
Apollon Tapınağı’ndan günümüze kalan mermer merdivenden başka, mermer levhalar ile kaplı ve silmeli kornişleri olan bir podyum görülmektedir. Cephesi iki ante ve arasında yer alan iki sütun ile bezelidir. Tarihlenmesi ante ve başlıklarında, cella duvarında ve tabanında kullanılan yazıtlı bloklar sayesinde yapılabilmektedir. Bir tanesinin üzerinde Apollon kehanetine ait bir yazı okunmaktadır. Tapınak mimari bezemelere göre İ.S. III. yüzyıla tarihlenmektedir.
Tapınağın arkasındaki merdivende, Apollon Tapınağı’ndan alınan parçalar, sütun gövdeleri, arşitrav parçaları, başlıklar, kaideler ile doldurulan bir alan görülmektedir. Bu yapıda, İ.Ö. IV. yüzyıl heykel şemalarını yenileyen, kıvrımlı giysili olan, nitelikli bir kadın heykeli bulunmuştur. Yazıtından da anlaşıldığına göre; Zeuxis’in kızı Apphia imparatorluk tanrılarına ve Demos’a (Hierapolis halkının kişileştirilmesi) adamıştır.
Tapınağın arkasındaki merdivende, Apollon Tapınağı’ndan alınan parçalar, sütun gövdeleri, arşitrav parçaları, başlıklar, kaideler ile doldurulan bir alan görülmektedir. Bu yapıda, İ.Ö. IV. yüzyıl heykel şemalarını yenileyen, kıvrımlı giysili olan, nitelikli bir kadın heykeli bulunmuştur. Yazıtından da anlaşıldığına göre; Zeuxis’in kızı Apphia imparatorluk tanrılarına ve Demos’a (Hierapolis halkının kişileştirilmesi) adamıştır.
Bir ucu, kuzeyindeki adını imparator Domitiandan alan Domitian kapısı ve diğer bir ucu güneyinde Güney Roma kapısına uzanan, 1 km uzunluğundaki Cadde görülmeye deger en önemli tarihi eserler arasındadır. Her iki tarafinda sütunlu revarklar ve kamu yapıları bulunan cadde şehri bir uçtan diğer bir ucuna kadar ikiye ayırır. Ayrıca cadde giriş ve çıkıslarında bulunan kapılar ise tarihi halen omzunda taşıyan koca bir medeniyetin en güzel örnekleridir.
Cadde ve Kapılar
Yaklaşık 1 km uzunluğundaki kentin en önemli ve geniş ana caddesi, kenti bir ucundan diğer ucuna ikiye böler.
Kuzey – güney doğrultusunda uzanan bu caddenin iki tarafında sütunlu revaklar ve önemli kamu yapıları vardır. Her iki ucunda anıtsal kapılar bulunmaktadır. Kapılar zafer tâki görünümünde, kemerli ve yanlarında kuleleri bulunmaktadır.
Frontinus Kapısı: Roma Dönemi’nde kentin anıtsal giriş kapısını oluşturur. 14 metre genişliğindeki ana caddenin başlangıcında yer alan kapı, yerleşim birimini geçerek Laodikeia ve Collosai’ya giden ana yolun ve Güney Kapısı’nın karşı ucunda yer alır. Kapı düzgün traverten bloklardan inşa edilmiş üç kemerli girişi basit bir korniş ile süslüdür. Ayrıca Helenistik Dönem’in kapı geleneğini hatırlatan yuvarlak planlı kulelere yaslanmıştır.
Kuzeyde, iyi korunmuş, üç gözlü ve iki yanında yuvarlak kuleleri olan kapının frizinde İmparator Domitian’a ithaf edilmiş Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt vardır. Bu yazıttan dolayı buraya Domitian Kapısı veya Roma Kapısı denir. Kapinin Asya Prokonsülü Julius Sextus Frontinus tarafindan I.S. 82-83 yillarinda yaptirildigi bilinmektedir. Bu nedenle kapiya Frontinus Kapisi da denilmektedir. Bu kapidan güneye inen yolun surla kesistigi yerde I.S. 5. yüzyila tarihlenen Kuzey Bizans Kapisi vardir.
Güney Roma Kapisi: Kapi, Lykos nehrine dogru alçalan tepeye açilir, büyük Honaz Dagi’nin tam karşısında yer alır, özellikle gün batiminda mavinin tüm tonlari ile olusan nefis bir manzaraya sahiptir. Kapi, traverten bloklar ve içinde mermerin de bulundugu devsirme malzeme ile yapilmistir. Iki adet dörtgen planli kuleye yaslanmıştır.
Kuzey Bizans Kapisi: Hierapolis kentinin Theodosius döneminde (I.S. IV. yy sonu) yapilan sur sistemine dahil olan Kuzey Kapi, Güney Kapi’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anitsal girisini olusturur. Agora’nin yikintilarindan alinan devsirme malzeme ile insa edilen kapi, kare planli iki kule ile desteklenmistir. Girisin iki yaninda, sehri kötü etkilerden korumak üzere, apotropeik olarak duran arslan, panter, gorgo basi ile bezeli dört adet konsol günümüze ulasmistir.
Güney Bizans Kapısı: İ.S. V. yy'da inşa edilmiştir. Traverten bloklar ve içinde mermerlerin de bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır. Kuzeydeki kapıda olduğu gibi 2 adet dörtgen planlı kuleye yaslanmış ve tek parça arşitrav üzerinde yer alan hafifletme kemeri ile şekillenmiştir.
Kuzeyde, iyi korunmuş, üç gözlü ve iki yanında yuvarlak kuleleri olan kapının frizinde İmparator Domitian’a ithaf edilmiş Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt vardır. Bu yazıttan dolayı buraya Domitian Kapısı veya Roma Kapısı denir. Kapinin Asya Prokonsülü Julius Sextus Frontinus tarafindan I.S. 82-83 yillarinda yaptirildigi bilinmektedir. Bu nedenle kapiya Frontinus Kapisi da denilmektedir. Bu kapidan güneye inen yolun surla kesistigi yerde I.S. 5. yüzyila tarihlenen Kuzey Bizans Kapisi vardir.
Güney Roma Kapisi: Kapi, Lykos nehrine dogru alçalan tepeye açilir, büyük Honaz Dagi’nin tam karşısında yer alır, özellikle gün batiminda mavinin tüm tonlari ile olusan nefis bir manzaraya sahiptir. Kapi, traverten bloklar ve içinde mermerin de bulundugu devsirme malzeme ile yapilmistir. Iki adet dörtgen planli kuleye yaslanmıştır.
Kuzey Bizans Kapisi: Hierapolis kentinin Theodosius döneminde (I.S. IV. yy sonu) yapilan sur sistemine dahil olan Kuzey Kapi, Güney Kapi’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anitsal girisini olusturur. Agora’nin yikintilarindan alinan devsirme malzeme ile insa edilen kapi, kare planli iki kule ile desteklenmistir. Girisin iki yaninda, sehri kötü etkilerden korumak üzere, apotropeik olarak duran arslan, panter, gorgo basi ile bezeli dört adet konsol günümüze ulasmistir.
Güney Bizans Kapısı: İ.S. V. yy'da inşa edilmiştir. Traverten bloklar ve içinde mermerlerin de bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır. Kuzeydeki kapıda olduğu gibi 2 adet dörtgen planlı kuleye yaslanmış ve tek parça arşitrav üzerinde yer alan hafifletme kemeri ile şekillenmiştir.
Dini bir öneme sahip olan Hierapolis antik çaglarinda temizlige de büyük önem verirdi. Yolcular sehre girdiklerinde temiz olmalari için kentin giris ve çikislarina hamamlar insa etmislerdir. Hierapolis’te 3 hamam vardir. Bu hamamlardan Hamam Kilise günümüze kadar iyi korunabilmistir. Bizans Hamami VII. yüzyilda meydana gelen büyük depremde yikilmistir. Büyük Hamam ise bugünkü Arkeoloji Müzesi olarak karsimiza çikar.
Hamamlar
Hamam Kilise
Çok eski olan bu yapi Imparatorluk Çagi’nin ortalarina tarihlenir. Traverten dikdörtgen bloklardan insa edilmis bu yapinin, yan duvarlarindaki büyük kemerler görülebilmektedir. Kentin merkezindeki tonozlu Büyük Hamam yapisi ile kiyaslanabilecek bir mimariye sahiptir. Hamam yapisi VI. yüzyilin I. yarisinda, Hierapolis, Phrygia Pacatiana’nin baskenti oldugu zaman, kilise olarak yeniden düzenlenmistir. Kiliseye dönüstürülmüs olan bu yapida, girisin kuzeyinde yer alan bir mekanin duvarini, dört sütunlu bir potigi çevirmek için kullanmislardir. Iki büyük kemer ile olusturulmus olan kilisenin girisi, Bizans Kapisinda oldugu gibi bir kemere sahip diger bir küçük kapiya yaslanmistir. Iyi durumda korunmus olan büyük mekanda, kemerlerle olusturulan 6 adet nis yer alir. Bu kemerleri tasiyan duvarlar eklenmis ve duvarlara açilan geçitlerle de tonuzlu geçisler elde edilmistir.
Bizans Hamami
Bizans Hamami, sur sisteminin insasindan hemen sonraki bir döneme tarihlenmektedir. Yapi Agora’nin güney stoasinin yikintilarinin üzerine insa edilmistir. Hamam binasi, kentin girisinde hemen kapi ve nymphaeumdan sonra yer alir ve kamu yararina yapilmis olan bu yapi, sur duvarlarindan dar bir yol ile ayrilir. Apsisli bir mekan sivali havuzu ve hypokaust sistemi ile calidarium olarak yorumlanir. Kazilarla ortaya çikartilan mekanin çati örtüsü, yikinti halinde elimize geçen parçalara göre tugla bir kubbe ile örtülü olmaliydi. Bu yapinin kazisinin tamamlanmasi ile Imparatorluk Dönemi kamu hamamlarinda Ortaçagdaki Islam dünyasi hamam yapilarina geçisteki tipoliji ile ilgili önemli bilgiler elde edilecektir. Yapi, arkeolojik verilere göre, bütün kenti tahrip eden, VII. yüzyildaki depremden sonra terk edilmistir.
Büyük Hamam
Bugün Hierapolis Arkeoloji Müzesi’nin kurulu oldugu Büyük Hamam yapisi, kentin güney batisinda, traverten kanallara açilan bir bölgede yer alir. I.S. 60 yilinda Nero döneminde yasanan büyük depremden sonra, kentteki insaat faaliyetleri sirasinda önemli bir su kaynagindan yararlanmak üzere, I.S. II. yüzyilda yapilmistir. Kaynaktan çikan sular vadiye akmadan önce hala bu hamamin yikintilari üzerinden geçmektedir.
Hamam, bölgede bol miktarda bulunan traverteni çalismakta usta olan, yerel isçilerin bir tas yapitidir. Akan suyun kalker olusturma gücü nedeniyle, bugün orijinal tabani 4 metre kalker altinda kalmis olan yapi, iki mekanda korunmus, digerlerinde ise onarim yapilmistir. Bugün müze olarak kullanilan mekanlar antik çagda hypokaust sistemi ile isitilmaktaydi. Türkiye Kültür Bakanligi, Anitlar ve Müzeler Genel Müdürlügü tarafindan, mekanlarin orijinal tabanini bulmak üzere kazi ve onarim çalismalari yürütülmektedir. Ortaçag’da Roma Dönemi mekanlari degistirilmis, duvarlarla bölünmüs ve yola kadar yayilmistir. I.S. X. yüzyildan XIII. yüzyila kadar olan evrede, yerlesim merkezi ve etkisi antik çagdakini asmistir. Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait kazilar sirasinda bulunan, bir çogu ithal sirli kapilar, Hamami kullananlarin bu dönemdeki zenginligine dikkat çeker. 18. yüzyilin sonunda, Choisy tarafindan belirtilmis olan, biri kaburgali besik tonoz çati ile örtülü sütunlar izlenebilmektedir. T salonunda yapilan yeni kazilarla bati tarafta kornis ile sinirlandirilmis üç büyük pencereli, apsisli, orijinal bir mekani gün isigina çikartmistir.
Genellikle mekanlarin yan cephelerinde, dörtgen yada yuvarlak planli mekanlar ile iç mekani hareketlendiren tipik Roma mimarligi çözümleri kullanilmis, Roma’nin gücünü gösteren mermer heykellerin yerlestirilmesi ile bina süslenmistir.
Hamam, bölgede bol miktarda bulunan traverteni çalismakta usta olan, yerel isçilerin bir tas yapitidir. Akan suyun kalker olusturma gücü nedeniyle, bugün orijinal tabani 4 metre kalker altinda kalmis olan yapi, iki mekanda korunmus, digerlerinde ise onarim yapilmistir. Bugün müze olarak kullanilan mekanlar antik çagda hypokaust sistemi ile isitilmaktaydi. Türkiye Kültür Bakanligi, Anitlar ve Müzeler Genel Müdürlügü tarafindan, mekanlarin orijinal tabanini bulmak üzere kazi ve onarim çalismalari yürütülmektedir. Ortaçag’da Roma Dönemi mekanlari degistirilmis, duvarlarla bölünmüs ve yola kadar yayilmistir. I.S. X. yüzyildan XIII. yüzyila kadar olan evrede, yerlesim merkezi ve etkisi antik çagdakini asmistir. Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait kazilar sirasinda bulunan, bir çogu ithal sirli kapilar, Hamami kullananlarin bu dönemdeki zenginligine dikkat çeker. 18. yüzyilin sonunda, Choisy tarafindan belirtilmis olan, biri kaburgali besik tonoz çati ile örtülü sütunlar izlenebilmektedir. T salonunda yapilan yeni kazilarla bati tarafta kornis ile sinirlandirilmis üç büyük pencereli, apsisli, orijinal bir mekani gün isigina çikartmistir.
Genellikle mekanlarin yan cephelerinde, dörtgen yada yuvarlak planli mekanlar ile iç mekani hareketlendiren tipik Roma mimarligi çözümleri kullanilmis, Roma’nin gücünü gösteren mermer heykellerin yerlestirilmesi ile bina süslenmistir.
En büyük mekan D, 20X32 metre ölçülerindedir ve uzun kenarinda üç adet, biri dörtgen digerleri yarim daire planli exedralar yer almaktadir. Exedralar, bezemeli stukolar ile süslü kemerlerle örtülüdür. Bezemelerde ortada deniz kabugu, kenarlarda volüt, yaprak ve çiçek motifleri taninabilmektedir. Duvarlar, yüzeylerinde görülen metal kenet deliklerinden de anlasilacagi gibi çok renkli mermer levhalar ile kapli olmaliydi. Giriste bulunan iki ayak üzerinde bir kapi ve yapinin çatisina çikan merdivenlerin yer aldigi bir bosluk görülür. Bu bölümün dogusundaki büyük alan palestraya ayrilmistir. Palestraya açilan dörtgen büyük mekanlar, yerel, beyaz ve pembe lekeli bresten yapilmis, sütunlu cephelere sahiptirler.
0 yorum:
Yorum Gönder